SAPLANTILI AŞK VE BİLİŞSEL ŞEMALAR
Danışan – Saplantılı aşk, beni anlatıyor. Ona mesaj atmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Benimle benim onunla ilgilendiğim gibi ilgilenmiyor, her seferinde vazgeçeceğim diye kendime söz veriyorum. Ama bir iki gün sonra yine dayanamıyorum ve ona yazıyorum. Takıntı haline getirdim artık.
Danışman – Eğer ona yazmayı bırakabilseydin ve tamamen kesseydin ne olurdu?
Danışan – Hayatımdan çıkardı, onu kaybetmiş olurdum.
Danışman – Pekala, çok güzel. Onu kaybetmenin senin için anlamı ne?
Danışan – Doğru düzgün bir adamı kaybetmiş olurum ve bu kötü bir şey.
Danışman – Kötü. Doğru birini kaybetmeyi kötü yapan ne? Doğru olduğuna inandığın birisiyle sevgili olamazsan bunun sonucu ne olur?
Danışan – Gider saçma sapan birisini bulurum.
Danışman – Başka?
Danışan – Yalnız kalırım.
Gördüğünüz gibi kendisine ilgi göstermeyen bir erkeğe saplantılı, onunla olmaktan başka bir seçeneği olmadığı düşüncesini kendisine kabul ettirmiş. Bu danışana bunu yaptıran temel inancın keşfedilebilmesi için anlam ve olası sonuç soruları sorarak esas derdi anlamaya çalışıyorum. Bizi psikolojik açıdan etkileyen şey bir olayın kendisi değil, o olayın bizim için nasıl bir anlam ifade ettiği veya o olayın nasıl sonuçlanacağı ile ilgili düşüncelerimizdir. Bir olay yaşarız, farkında olarak veya olmayarak o olayla ilgili bir düşünceye kapılırız, bu düşüncenin yarattığı hissiyatı yaşar ve bu hissiyata göre davranırız. Yani davranışı duygu, duyguyu düşünce oluşturur. Biz bilişsel terapide hatalı bilişlere, yani danışanı olumsuz duygu ve doğal olarak davranışa iten düşüncelere müdahalede bulunuyoruz.
Her Düşündüğüne İnanma
Yukarıdaki danışan ve danışman diyaloğuna bakıldığında danışanın hatalı düşüncelerinin hoşlandığı kişiyi kaybetmenin kendisi için ne anlama geldiği sorulduğunda başlıyor. Örneğin doğru bir adamı kaybetmenin sonucu saçma sapan birini bulmak değildir. Burada ya hep ya hiç düşünce tarzının bir örneğini görebilirsiniz. Eğer onunla olmazsam saçma sapan biriyle olurum, basit bir siyah-beyaz düşünmedir. Aynı şekilde onunla olmazsam yalnız kalırım da ya hep ya hiç tarzı düşünmeye örnektir. Bizim için doğru olduğuna inandığımız bir adam/kadın hayatımızdan çıkıp giderse bunun birçok sonucu olabilir. Yalnız kalabiliriz, saçma sapan birini bulabiliriz, yeni biriyle tanışabiliriz, doğru olduğunu düşündüğümüz kişinin aslında doğru kişi olmamasının yaratacağı sonuçlardan farkında olmadan kurtulmuş olabiliriz, başka bir doğru kişi bulabiliriz…
Buradaki danışanın bu adamı kaybetmekle ilgili ya hep ya hiç tarzı hatalı düşüncelere sahip olmasının temel nedenini anlamak zor değil. Onunla olamazsam saçma sapan birini bulurum, onunla olamazsam yalnız kalırım. Bu iki düşünce mutlaka birileriyle romantik ilişkilere girmesi gerektiğini gösteren düşünceler. Bu da bizi bu düşüncelere neden olan temel inanca götürüyor: YALNIZ KALMAMALIYIM. Tabi ki bu sonuca sadece yukarıda verilen diyalog sayesinde ulaşmıyoruz. Danışanla ilgili diğer bildiklerim bütün olarak bunu doğruluyor, diyalog sadece bir demonstrasyon.
Kabul, Kontrol, Güç
Hayatımızı ve düşüncelerimizi üç tip şema yönlendiriyor: Kabul, kontrol ve güç. Yalnız kalmamalıyım inancı, kabul şemasının ortaya çıkardığı bir ürün. Hepimizin hayatı yaşarken bir tarzı var. Beynimiz bazılarımızı kabul edilerek, bazılarımızı her şeyi kontrol altına alarak, bazılarımızı ise güç ve başarı elde ederek yaşamaya ve mutlu olmaya programlıyor. Bu programın kodlarını annelerimiz, babalarımız, çocukluk anılarımız, komşu teyzemiz, atasözlerimiz, medyamız, kardeşlerimiz, öğretmenlerimiz, arkadaşlarımız, hayatımıza girmiş çıkmış her şey ve herkes yazıyor. Bu kodları değiştirmek mümkün. Terapi bize doğru bellediklerimizi sorgulamak, gerekirse yanlışlamak, yanlış değil ama işlevsizse işe yarayan başka kodlar yazmak için bir fırsat sunuyor.
Uzun süren tartışmalar, ödevler, egzersizler, canlandırmalar, sorgulamalar, öğretimler ışığında danışan artık zaman zaman yalnız kalabileceğini, zaman zaman kalmayabileceğini, bunun sandığı gibi anlamları olmadığını öğrendiği ve kabullendiği zaman artık kaybetmekten delicesine korktuğu kişiyi kaybetmenin anlamı da değişiyor. Bu onun kaygılarını azaltıyor, duygusal olumlu sonuçlara neden oluyor. Nihayet bu sefer kendine verdiği sözü ilk kez tutmayı başarıyor ve o adama hiç yazmıyor. O bana yazarsa mutlu olurum, o benimle ilgilenirse çok güzel olur diye başkalarına emanet ettiği mutluluğunu teslim alıyor.
Detaylı bilgi almak için lütfen arayınız.